8 Temmuz 2015 Çarşamba

Ne Alırsan 5 Lira Salih Abi!


Olaylar şu 'Ne alırsan 5 lira!' tarzı dükkanlardan birinde gerçekleşti. Bunlar da böyle ne alırsan 1 lira, 3 lira, 5 lira diye açıldı; zamanla binlerce eşyanın tıkış tıkış istiflendiği dükkanlar haline geldiler ve fiyat aralığı da giderek genişledi. Hiç de sevmem bu tarz dükkanların sıkışıklığını ama bazen girip bir şeyler aldığım oluyor. İyi de oluyor aslında, birkaç hafta önce bir ev ziyaretine gidecektim, evin yakınındaki bir tanesine girip hediye olarak birkaç dekoratif tabak alıverdim mesela.

Ama var ya, klostrofobisi olanı beter edecek dükkanlar bunlar. Veya benim çevremdekiler öyle. Bir de, büyük olanlarına satılan ürünlerin miktarıyla orantılı sayıda personel koymuyorlar, insanın kendi kendine bir şeyler arayarak fır dönmesi gerekiyor. Bir duvardan diğer duvara kadar sıra sıra laflar, aralarında yeterince aralık yok, insanlara tosluyorsun, yere çökmüş raftaki eşyaları düzenleyen personele çarpıyorsun, elin kolun bir yere değecek de bir şeyi devireceksin diye korkuyorsun. Giriyorum girmesine ya, çıktığım zaman derin bir 'Oh!' çekiyorum.

Geçenlerde perdeyi kornişe geçirmek için perdeye dikilen şeylerden almak icap etti. Bunların da adı belli değil; perde düğmesi, agraf, rulet düğmesi; böyle farklı isimlerle anılıyorlar. Neyse işte, o beyaz plastik şeylerden alacaktım, daldım böyle bir dükkana. Nerede olduklarını sordum ve gösterdikleri yere doğru yola çıktım ama oraya varmak için baya bi mücadele vermek gerekiyor. Ondan yol istedim, bundan özür diledim, ötekine 'Pardon' dedim, birinin üstünden atladım falan, hedefe vardım bir şekilde, aldım düğmelerimi o iş bitti. Bir de saplı süzgeç lazımdı, aklıma gelince ondan da alayım dedim. Nerede olduğunu soracak birini bulana kadar epeyce zaman geçti. Alt kattaymış, attım kendimi oraya. Kocaman bir mekan; tabureler, masalar, sürahiler, kutular, sepetler, kovalar, paspaslar, bir dünya eşya, ne ararsan var gibi görünüyor, bir tek süzgeç yok, deli olucam. Mekanı birkaç tur döndükten sonra plastik tabureyi saç tokasından ayırt edemeyecek hale geldim.

Tee ötede bir yerde biri var, buradaki eşyalarla ilgili gibi görünüyor ama o da başka biriyle metrelerle, mezuralarla falan bir şeyler ölçüp, bir şeyin bir yere uyup uymayacağını tespit etmeye çalışıyor galiba; öyle bi durum. O kadar yoğun görünüyorlar ki insan süzgeç gibi aşağılık bir mevzu için rahatsız etmeye çekiniyor. Bir zaman sonra, konu neyse artık, kapandı. Ben de gidip süzgeçlerin nerede olduğunu sordum. Önünden defalarca geçtiğim bir yerde duvara asılıymış meğer. Bir an bekledim ki adam 'Nasıl göremediniz bir sürü süzgeci?' desin, ben de artık kafa mı atarım, cırmık mı atarım, bir şey atayım da sinirlerim yatışsın. Ama öyle bir şey demedi, ben de gidip süzgeçler arasından süzgeç beğendim. Bu zorlu macera sona geçmişti, almak istediğim şeyleri bulmuştum, kasaya ödemeyi yapıp buradan çabucak çıkabilirdim artık. Umut dünyası işte, öyle zannnediyor insan.

Daracık aralıklardan geçtim, sağına soluna bir sürü bir şeyler asılmış merdivenlerden çıktım ve üst kata vardım. Galiba dördüncü defa falan aynı adama 'Pardon' dedim, birkaç kere de o bana dediydi, o da yana yakıla bir şey arıyordu herhalde ama ne olduğunu bilmiyorum. Engelleri dikkatli ve cesur adımlarla aşarak kasaya vardığımda çok mutlu oldum çünkü önünde arkadaki daracık aralığa doğru sıralanmış insanlar değil, sadece bir kişi vardı.

Önümdeki kişinin işi halledilip sıra bana geldiğinde kasadaki adamın telefonu çaldı. Salih Abi arıyordu ve kendisi önemli bir şahsiyetti sanırım. Koskoca Salih Abi aramış, 'Abi kusura bakma kasada müşteri var, ben sana sonra dönerim' falan denmiyor tabii. Onun yerine nasılsın Salih Abi, iyiyim Salih Abi, Allah razı olsun Salih Abi tarzı bir muhabbet başladı. Birkaç dakika da böyle geçtikten sonra kasiyer dükkandaki kızlardan birini çağırdı ve telefonu kıza verip bilmem kime götürmesini söyledi - ki o da Salih Abi'nin doyumsuz muhabbetinden faydalansın; öyle tahmin ediyorum.

Sonunda sıra bana geldi. O anda duyduğum saadeti anlatamam, öyle daralmışım. Kendimi dışarıya attım; cadde geniş, gökyüzü kocaman ve aydınlık, dünya ne güzel. Bir de o iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gitmemiş olsalardı...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder